MODERN BİYOTEKNOLJİ VE BİYOGÜVENLİK
Dr. Servet KEFİ
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Yenimahalle/ANKARA
GİRİŞ
Atıkların biyolojik arıtımından, mayalanma (fermantasyon) gerektiren gıda üretimlerine kadar çok farklı biçimlerde uygulama alanı bulan biyoteknoloji, 1970’lerin başından itibaren geliştirilen modern biyoteknoloji teknikleri ile, canlıların genetik yapısında geleneksel ıslah metotlarıyla ve doğal üreme-çoğalma süreçleriyle elde edilemeyen değişiklikler yapılmasını da mümkün kılmıştır. Bir canlı türüne başka bir canlı türünden gen aktarılması veya mevcut genetik yapıya müdahale edilmesi yoluyla yeni genetik özellikler kazandırılmasını sağlayan bu modern biyoteknoloji teknikleri, tıbbi ve tarımsal konularda yeni bir çığır açmıştır. Özellikle tıbbi biyoteknolojide yaşanan gelişmeler neticesinde hastalıkların teşhis ve tedavisinde büyük mesafeler kat edilmiştir. Tarımsal biyoteknolojideki gelişmeler sayesinde ise üretim ve çevre korunmasında faydalı olabilecek gelişmeler olmuştur.
Tarımsal biyoteknoloji, tarımda klasik ıslah yöntemleri ile çözülemeyen ekonomik öneme sahip bazı problemlerin çözümünde önemli katkılar sağlamaktadır. Hastalıklara ve zararlılara dayanıklılık sağlayan genlerin aktarılması ile hem kullanılan ilaç miktarlarında azalma meydana gelmekte ve hem de verimde bir artış sağlanmaktadır. Raf ömrünün uzatılması ve aromanın artırılması ise pazarlamada kolaylık sağlamaktadır. Yabancı ot ilaçlarına dayanıklılık genlerinin aktarılması ile de ilaçlama sayısı azaltılmakta, ilaç uygulaması ile tüm yabancı otlar ölürken bitki canlı kalmakta ve masraflar düşürülürken verimde de belirli bir artış sağlanmaktadır. Öte yandan, transgenik ürünler tabiatta yetişen diğer ürünlerden farklı olarak kendi türlerine ait olmayan genleri taşıdıklarından beraberlerinde bazı önemli tereddütleri de getirmektedir. Bu tereddütlerin giderilmesi yoğun bilimsel araştırmalar yanında uygulama sonuçları görülerek zaman içinde olacaktır.
TARIMSAL BİYOTEKNOLOJİ UYGULAMALARI VE AVANTAJLARI
Tarımsal biyoteknolojide kronolojik olarak ilk uygulamalar; zararlılara, yabancı ot ilaçlarına ve viral bitki hastalıkları ile bunlardan her hangi ikisine dayanıklılık kazandırma yönünde olmuştur. Halihazırda ticari olarak en çok üretimi yapılan, Bacillus thuringiensis’den gen aktarılan zararlılara dayanıklı transgenik (Bt’li) bitkiler; sap ve koçan kurduna dayanıklı mısır, yeşil ve pembe kurda dayanıklı pamuk ve patates böceğine dayanıklı patates olup, yakın gelecekte ayçiçeği, soya, kolza, buğday ve domateste de bu yönde gelişmeler kaydedilecektir. Yabancı ot ilaçlarına (herbisitlere) dayanıklılık kazandırılan ve ticari üretime sokulan soya, pamuk, mısır, kolza ve çeltiğin yanı sıra, buğday ve şekerpancarında da yakın gelecekte benzer özellik kazandırılacaktır. Patates, çeltik, mısır, kasava, papaya ve kabakta viral bitki hastalıklarına dayanıklılık sağlanmış olup; domates ve muz üzerinde ise bu yöndeki çalışmalar halen sürdürülmektedir. Hastalık ve zararlılara dayanıklı genlerin aktarılması ile hem ilaçlama maliyetleri azaltılmakta ve hem de bitki strese girmeyeceği için verimde bir artış sağlanmaktadır. Yabancı ot ilaçlarına dayanıklılığın kazandırılması ile de ilaçlama sayısı azaltılmakta, ilaç uygulaması ile tüm yabancı otlar ölürken bitki canlı kalmakta ve masraflar düşürülürken verimde de belirli bir artış sağlanmaktadır.
Tarımsal biyoteknolojinin, ürün kalitesinin artırılmasına yönelik uygulamaları ile yüksek oleik asit veya düşük linolenik asit içeriğine sahip ayçiçeği, soya ve yerfıstığı çeşitleri ile sabun ve deterjan yapımı için daha ucuz ham madde sağlayan yüksek laurate asit içeriğine sahip kolza çeşidi üretime kazandırılmış olup; gelecekte özellikle margarin yapımındaki hidrojenasyonu ortadan kaldıracak yüksek stearik asit içeriğine sahip kolza çeşitleri elde edilecektir.
Sebze ve meyvelerde etilen sentezinin bloke edilmesiyle olgunlaşmanın geciktirilmesi ve dolayısıyla raf ömrünün uzatılması domateste başarılmış, bu alandaki benzer çalışmalar ise halen ahududu, çilek, kiraz, muz ve ananasta sürdürülmektedir. Kaliteye yönelik bir diğer uygulamada ise aromanın artırılması amacıyla kuru madde içeriği yüksek domates çeşidi elde edilmiş; biber, muz, kavun ve karpuzda da yakın gelecekte benzer çeşitler üretime kazandırılacaktır. Besin değeri yüksek gıda üretimi amacıyla yürütülen biyoteknolojik çalışmalar ile elde edilen A vitamini ve demir içeriği yüksek çeltik (Altın Çeltik) çeşidinin, pirince dayalı beslenmede ortaya çıkan bozuklukların giderilmesinde önemli bir rol oynayacağı beklenmektedir. Bu yönde yürütülen çalışmalar ile yakın gelecekte protein içeriği yüksek tatlı patates ve çeltik ile A vitamini içeriği yüksek kanola, antioksidant içeriği yüksek sebze ve meyveler elde edilecektir.
Hayvancılık alanında da yürütülen başarılı biyoteknolojik çalışmalar sonucunda, ineklerde süt üretimini % 10-15 oranında artıran bir doğal hormonun (bovine somatotropin) rekombinant bir formu (rBST) geliştirilmiştir. FDA (Gıda ve İlaç Dairesi) tarafından 1993 yılında onaylanan rBST, Amerika’da halihazırda ineklerin % 30’unda üreticiler tarafından kullanılmaktadır. Öte yandan, değişik balık türlerinde değişik hastalıklara dayanıklılık genleri aktarılmıştır. Yakın gelecekte ise bu alandaki çalışmalar ile bitkilerde immunoglobulinlerin üretimi gerçekleştirilecektir.
Tarımsal biyoteknolojinin bir diğer uygulaması ise gıda enzimlerinin üretimi olup; % 60 daha sert peynir yapımını sağlayacak peynir mayası (Chymosin’in daha saf ve stabil formu) elde edilmiştir. Biyolojik olarak parçalanabilir sentetik plastik üretimi çalışmaları mısır ve kolzada yürütülmekte olup; bioreaktör bitkilerin üretimi de bu alandaki son gelişmelerden birisini oluşturmaktadır.
Tarımsal biyoteknolojinin uygulamalarında başlıca iki amaç olduğu ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisi, gelişmiş ülkeler için daha yüksek kalitede, daha sağlıklı ve besleyici değeri daha yüksek gıda üreterek, özellikle hastalıkların tedavisinde kullanılacak gıdaların üretimi ile ilaç-tedavi masraflarını azaltmaktır (son günlerde gündemde olan kanser tedavisinde kullanılacak proteinin üretileceği yumurta doğuran genetik olarak değiştirilmiş tavuk gibi). İkinci amaç ise gelişmekte olan ülkeler için, ABD gibi stratejik üretici ülkelerden desteklenmemiş Dünya fiyatları üzerinden gıda ithal eden Asya ülkelerinin büyüyen nüfusu için satın alabilecekleri temel gıdaların üretimini artırmaktır.
1999 yılı itibarıyla, Dünyada en fazla ekim alanına sahip 7 adet transgenik bitki sırasıyla, soya, mısır, pamuk, kanola (kolza), patates, bal kabağı ve papaya’dır (Tablo 1). Dünyada yetiştirilen transgenik bitkilerin % 54’ünü soya, % 28’ini mısır, % 9’unu pamuk, % 9’unu kanola ve % 1’den azını da patates, bal kabağı ve papaya oluşturmaktadır.
Tablo 1. Ürünler bazında Dünyada toplam transgenik bitki ekilişleri (1997-98)
Ürün |
Ekim Alanı (Milyon Ha) |
|
1997 |
1998 |
|
Soya |
5.1 |
14.5 |
Mısır |
3.2 |
8.3 |
Pamuk |
1.4 |
2.5 |
Kolza (Kanola) |
1.2 |
2.4 |
Patates |
< 0.1 |
< 0.1 |
Toplam |
11.0 |
27.8 |
Kaynak: ISAAA Briefs, 8-1998
Transgenik Bitkilerde Değiştirilen Özellikler
1998 ve 1999 yıllarında, üretimi yapılan transgenik bitkilerin % 71’ini yabancı ot ilacına (herbisitlere) dayanıklılık özelliğinde olanlar oluşturmuştur. Zararlılara dayanıklılık özelliğine sahip olanların oranı 1998’de % 28 iken, 1999’da % 22’ye düşmüştür. Buna karşın, hem yabancı ot ilacına ve hem de zararlılara dayanıklılık özelliğine sahip transgeniklerin oranı 1998’de % 1 (0.3 milyon ha) iken, 1999’da % 7’ye (2.9 milyon ha) yükselmiştir. Patates, bal kabağı ve papaya’da virüslere dayanıklılık özelliğine sahip transgeniklerin, toplam üretimdeki payları hem 1998’de ve hem de 1999’da % 1’den daha az (0.1 milyon ha’dan az) olmuştur.
Tablo 2. Değiştirilen özellikler yönünden dünya toplam transgenik bitki ekilişleri (1997-98)
Değiştirilen Özellik |
Ekim alanı (Milyon Ha) |
|
1997 |
1998 |
|
Yabancı Ot İlacına Dayanıklılık |
6.9 |
19.8 |
Zararlılara Dayanıklılık |
4.0 |
7.7 |
Yabancı Ot İlacı ve Zararlılara Dayanıklılık |
< 0.1 |
0.3 |
Kalite |
< 0.1 |
< 0.1 |
Toplam |
11.0 |
27.8 |
Kaynak: ISAAA Briefs, 8-1998
Tablo 3. 1999 Yılında dünyada üretilen transgenik bitkilerin değiştirilen özellikleri yönünden toplam üretimdeki oranları
Değiştirilen özelliği yönüyle transgenik bitki |
Oran (%) |
Yabancı ot ilacına dayanıklı soya |
54 |
Zararlılara dayanıklı mısır |
19 |
Yabancı ot ilacına dayanıklı kanola |
9 |
Yabancı ot ilacına ve zaralılara dayanıklı mısır |
5 |
Yabancı ot ilacına dayanıklı pamuk |
4 |
Yabancı ot ilacına dayanıklı mısır |
4 |
Zararlılara dayanıklı (Bt) pamuk |
3 |
Yabancı ot ilacına ve zararlılara dayanıklı pamuk |
2 |
TRANSGENİK ÜRÜNLERİN RİSKLERİ
Transgenik ürünler tabiatta yetişen diğer ürünlerden farklı olarak kendi türlerine ait olmayan genleri taşıdıklarından beraberinde bazı önemli tereddütleri de getirmektedir. Bu tereddütlerin giderilmesi yoğun ilmi araştırmalar yanında uygulama sonuçları görülerek zaman içinde olacaktır.
Transgenik ürünlerin üzerinde risk oluşturma ihtimali bulunan başlıca alanlar şunlardır: insan ve hayvan sağlığı, biyolojik çeşitlilik, çevre, ve sosyo-ekonomik yapı.
Uygulanmakta olan mevcut biyoteknolojik yöntemlerle bitkisel ürünlere aktarılan genler bitki, bakteri ve virüs kaynaklıdır. Gen aktarımı veya değişikliğe uğratılması sırasında işaretleyici olarak antibiyotik dayanıklılık genleri (kanamisin ve ampisilin) kullanılmaktadır. Gen aktarımı ile birlikte diğer organizmalardan hastalık ve alerji yapacak özelliklerin taşınması ihtimali transgenik ürünlerin birincil ve ikincil metabolik ürünleri içinde beklenmeyen biyokimyasal ürünler bulunması risklerini ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, antibiyotik dayanıklılık genlerinin insan yada hayvan bünyesine geçmesi nedeniyle dayanıklılık oluşması, transfer edilen genlerin insan bünyesindeki bakterilerle birleşme ihtimali, virüs kaynaklı genlerin dayanıklılık genini diğer virüslere transfer etme ihtimali de insan ve hayvan sağlığı için oluşabilecek risklerle ilgili diğer kaynaklardır.
Bitki çeşitlerinin teknoloji ürünü çeşitler haline gelmesi geleneksel çiftçilikte ve yerel türlerin kullanımında olumsuz etkilere neden olacağı gibi, tarımda dışa bağımlılık sonucunu da doğuracaktır. Çünkü, transgenik ürünler gelişmiş ülkelerde ve özel sektör tarafından kar amacıyla üretilmektedir. Bu ürünler çoğunlukla açık tozlaşan hibrit türlerdir. Dolayısıyla her yıl tohum yenilenmesi gerekmektedir. Hali hazırda, transgenik ürünlerin tohumları, transgenik olmayanlara göre, değiştirilen özelliğe bağlı olarak %25 ile %100 arasında daha pahalıdır. Yüksek fiyat nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.
Transgenik bitkilerin üretimi ile tarımsal üretim sistemlerinde de değişiklikler olabilecektir. Transgenik çeşit sahibi firmalarca, özellikle Bt’li çeşitlerde dayanıklılığın idamesinin sağlanabilmesi için, üreticiler tarafından tarlalarının belli bir kısmında (yaklaşık olarak % 30’unda) transgenik olmayan çeşidin kimyasal mücadele yapılmaksızın yetiştirilmesi sağlanacaktır. Böylece transgenik çeşitlerin verimleri transgenik olmayanlarla aynı olduğu halde, belli bir tarlanın yaklaşık % 70’inden ürün alınacağından, toplam üretim miktarı da o oranda düşük olacaktır.
Ülkemizi ilgilendiren bir diğer husus ise, tarımsal ürün ihracatımızda önemli bir pazar durumunda olan Avrupa Birliği ülkelerinin bu konudaki yaklaşımlarıdır. Bu ülkelerdeki tüketiciler henüz bu ürünlerin tüketimine olumlu bakmamaktadırlar. Transgenik ürünlerin tüketiciler tarafından tercihi ve halkın kabulü de olayın bir diğer sosyo-ekonomik boyutu olup; tüketicinin ne yediğini bilmesi ve tercihini ona göre yapabilmesi için bu ürünlerin etiketlendirilmeleri zorunlu tutulmalıdır.
BİYOGÜVENLİK
Risk analizi başlıca üç aşamadan oluşmaktadır: Risk değerlendirme, risk yönetimi ve risk iletişimi. RİSK DEĞERLENDİRME, modern biyoteknoloji teknikleri uygulamalarının ve modern biyoteknoloji ürünlerinin insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkilerin belirlenmesi sürecini kapsamaktadır. RİSK YÖNETİMİ, belirlenen risklerin meydana gelme olasılığının ortadan kaldırılması ya da meydana gelme durumunda oluşacak zararların kontrol altında tutulması için gerekli tedbirlerin alınmasıdır. RİSK İLETİŞİMİ ise, risk değerlendirme aşamasında belirlenen risklerin ve risk yönetimi sırasında kontrol altında tutulmaya çalışılan risklerle ilgili alınması gerekli tedbirlerin ilgili tüm mercilere duyurulması ve risk bilgi akışının ilgili taraflar arasında sağlanmasıdır.
Modern biyoteknolojinin insan sağlığı, sosyal yapı ve biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşacak olumsuzlukları önceden belirleyerek, gerekli tedbirlerin alınması da BİYOGÜVENLİK SİSTEMİNİ gerektirmektedir. Ülkemizde de Biyogüvenlik Sisteminin kurulması için:
· Diğer bir çok ülkede olduğu gibi, biyogüvenlik ile ilgisi olan Tarım, Sağlık, Çevre, Sanayi ve Ticaret, Orman (ve diğer) Bakanlıkları üst düzey temsilcileri, TÜBİTAK, üniversiteler, özel sektör ve halk temsilcilerinden oluşan ve “Başbakan Yardımcısı” başkanlığında bir “ULUSAL BİYOGÜVENLİK KOMİTESİ” ile bu alanda ihtiyaç duyulacak diğer alt komiteler (Enstitü Biyogüvenlik Komitesi) kurulmalı;
· Ulusal Biyogüvenlik Mevzuatlarımız, Avrupa Birliği’nin ilgili mevzuatları ile uyumlaştırılarak bir an önce yürürlüğe sokulmalı;
· Biyoteknoloji ve biyogüvenlik (risk değerlendirmeleri) araştırmaları için, belli merkezlerde laboratuar alt yapısı oluşturulmalı ve bu amaçla ihtisaslaşmış personel istihdam edilmeli;
· Öte yandan, kısa vadede ülkemizde, risk değerlendirmeleri ile her hangi bir ürünün (tohum veya gıda olarak işlenmiş ürün) transgenik (Genetik Olarak Yapısı Değiştirilmiş) bir ürün içerip içermediğinin tespitine yönelik analizler için “MERKEZ REFERANS LABORATUARLARI” oluşturulmalı ve bunun için gerekli alt yapı, bilgi (metodoloji) ve uzman personel sağlanmalıdır.
SONUÇ
21. Yüzyılda, altı milyarın üzerine çıkacak Dünya nüfusunun beslenebilmesi için, kıt kaynakların kullanılarak yeterli tarımsal üretim yapmada yegane çözüm olarak “TARIMSAL BİYOTEKNOLOJİ” görülmektedir. Ancak bu alanda, çevremize ve gelecek nesillere etkileri olabilecek risklerin minimuma indirilmesi ve bunun için gerekli önlemlerin alınması göz ardı edilmemelidir.